Tesbih Tarihi



 TESBİH

Tesbih, Arapça “Sübha kökünden gelmekte olup, “Sübhânâllah diyerek Hak teâlâ hazretlerini teziye ve takdis etme, Namazdan sonra veya vird çekmek veya sayıyı saymak için hazırlanmış taneler dizisi olarak tarif edilmektedir. Bir başka açıklamada ise, “Sübhânâllah kelimesini söyleyerek Allah’a saygı gösterme ve ululama  şeklindedir.

Tesbihin hem Müslümanlar, hem de onlardan daha önce Brahmanlar tarafından kullanıldığına dair görüşler ileri sürülmektedir. Bir başka yaklaşım da, XI. yüzyılda manastırlarda dua edilirken tesbihe benzer şeylerin kullanıldığıdır. Ancak, bu görüşlerin tutarlılığı ve elde edilen neticelerin bugünkü mânada kullanılan tesbihle mukayesesinin yapılması kesin sonuçları ortaya koymamaktadır. Bununla beraber tesbihin genellikle namazdan sonra kullanılması âdet olduğu için, İslâmın başlangıcınâ kadar götürmek mantıkî olsa bile, bu fikrimizi teyid edecek bir delil henüz mevcut değildir. Buna rağmen, “bugünkü şekliyle tesbih âletinin Hind’den garbî Asya’ya kadar gelmiş olduğu bir vak’a olarak ortaya konmaktadır.

Bütün bu fikirlere rağmen, tesbihin İslâm âleminde kullanılmasıyla, İslâm âleminin dışında kullanılması arasında büyük farklar vardır. Öncelikle İslâm âleminde bir ibadet vasıtası olarak yerini alan tesbih, İslâmlıkla doğrudan bir ibadet vasıtası olmamakla beraber, çok değişikler ve farklılıklar arzeder. Bu değişiklik hem şekilde, hem de kullanımda kendisini gösterir. Zira. İslâm’da tesbihin belli şekil ve sayıları olmakta birlikte, onun dışında böyle bir sınırlama söz konusu değildir. İslâm âlemindeki tesbihler, genellikle 33 ve 99′ludur. 99′lu olanlarda, her 33 tanenin arasına takılan ve bunları bir birinden ayıran taneye “nişâne, iki ipin ucunu bir araya getiren uzunca yassı taneye de imâme denir. Aynı zamanda, bu imâmenin tepesine takılan mercimek büyüklüğündeki, ipliğe takılan nişâneye benzer, fakat deliği ikili olan parçaya da “tepecik‿ adı verilir.

Tesbih hakkında İslâm âlimlerinin görüşleri değişiklik gösterir. Bunlar­dan en mantıklı ve kabul edilebilir açıklamayı, büyük İslâm âlimi Elmalı Ham­di Yazır yapmıştır. Ona göre “Tesbih, Allah tealâyı Cenab-ı Akdesini lâyık olmayan şaibelerden gerek itikaden, gerek kavlen ve gerek kalben tesbih et­mek ve uzak tutmaktır… Tesbih, esasen balığın suda, kuşun ve atın havada, yıldızın feleklerde hızla yürümek manasıyla sabahtân tef’il olduğu için çok yüzdürmek manasının d~âzımı olarak çok uzaklaştırmak veya paklıkta, temiz­likte çok ileri götürmek manasında alınarak ~tenzihte tanınmış ve bilinmiştir. Ragıp der ki, tesbih, Allah Tealayı tenzihliktir. Bunun asli da. ibadette süratle gidiştir. Kullar ahlakı `pak etsin gibi ser hakkında kullanıldığı gibi tesbihte fil’i hayra tahsis edilmiştir ve tesbih, gerek kavl ve gerek fiil ve gerek niyet ibadederin hepsine de ıtlak olunur. 

Yeri gelmişken, batılı bazı bilginlerin ileri sürdüğü gibi, Müslümanlarca tesbihin Hindistan’dan alındığı görüşü gücünü kaybetmiştir. Çünkü, Müslümanların H. IV. yüzyılda Hindistan’a girdikleri, fakat Hindistan’ın 2. yüzyıl­da mevcudiyeti göz önüne alındığında bu görüşün zayıflığı ortaya çıkmaktadır.

Tesbihle alakalı olarak, değişik Hâdisler de rivayet edilmiştir. Bu Ha­disler arasından şunları zikretmek mümkündür : “Sa’d b. Abî Vakkastan naklen… Sa’d b. Abî Vakkas, bir kadını görmeye giden Allah’ın elçisine refakat etti, kadın önüne koymuş olduğu çekirdekler veya küçük taşlar vasıtasıyla kendi tenzih ve senâ ibârelerini sayıyordu. Peygamber ona: Sana daha kolay ve daha faydalı olanı söyleyeyim mi? Yeryüzünde yaratmış olduğu unsurların sayısınca “Subhânâllahû; gökte yaratmış olduğu kadar “Subhânâllaû, yaratacağı şey kadar “Subhânâllahû ve aynı sekilde “Allah ekber, “el - ham­duli’llahi ve la havle ve lâ kuvvete illâ bi’llah de demiştir. 

Yukarıda ifade edilen Hadis bir başka Hadisle şu şekilde açıkılanmaktadır : “Resulullah önünde tesbih ederken kullanılâ.n dört bin çekirdek oldiı­ğu halde, içcri girdi, kendisine; “Onları tesbih ve senâ sözlerini tekrar ederken kullanıyorum dedim. O da : “Sana daha büyük bir sayıyı öğreteceğim dedi. Yaratmış olduğu unsurların sayısınca “Subhânâllahû de dedi. 

Bir başka rivayette de, Resulullah’ın Medineli kadınlara “tesbih tahlil ve takdisi iş edininiz ve bunları parmaklarınız ile sayınız, zirâ parmaklar he­sap vermek zorunda kalacaklardır. şeklindedir.

Görülüyor ki, naklettiğimiz hadisler de, tesbih kullanımının Müslümanlar için bir ihtiyaç olduğu görüşünü teyit etmektedir. Nitekim Kur’an’da tesbih keli­mesinin birçok âyette değişik çekimlerini görmek de mümkündür. Ayrıca. “Subhânâllah da âyetlerde geçmektedir. Bunlara bir örnek olması bakımından, içinde tesbih kelimesi geçen ve bu mânâyı ifade eden şu ayetleri arz ermek mümkündür:

“Yerde ve gökte olan her şey Allah’ı tesbih eder Bir başka âyet-i kerimede ise, “Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar O’nu tesbih eder­ler. O’nu tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur. Ancak siz onların tesbihlerini anlamazsınız. Bu âyetleri destekleyen bir Hadis’te de, “Her kim günde yüz kere Sübhânâllahi ve bihamdih (Allah’ı tesbih ve onu hamd ederim) der­se o kimsenin günahları deniz köpüğü kadar çok olsa bile mağfiret olunur. Denmektedir.

“Tesbih çekmek”: baş ve işâret parmaklarının orta parmak üzerine yerleştirilen tesbihin tânelerini bileğe doğru hareket ettirmesiyle senkronize olarak AllĿh’ın Güzel İsimleri’nden birini hafî (içinden) ya da cehrî (sesli) olarak herbir tânede tekrarlamak anlamındadır.

Tesbihle ilgili olarak çeşitli menkıbeler de ileri sürülmüştür. Bunlardan en yaygın olanı, Veysel Karânî’ye atfedilerek anlatılanıdır. Hadiseye göre, Vey­sel Karânî, Yemen’de Hz. Muhammed (S.A)’i bulmaya gelir. Ancak, ken­disini bulamayınca çok üzülür. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz’in Uhut Savaşı’nda kırılmış olan dişini alır. Bu arada kendi dişlerinin hepsini de çek­tirip bir ipe dizer. Böylece ilk tesbihin ortaya çıktığı varsayılır. Bundan ötürü Veysel Karanî tesbihcilerin piri sayılmaktadır.

Tesbih başta da belirttiğimiz gibi, ilk kullanımından günümüze kadar şeklen ve yapım olarak çok değişik merhaleler geçirmiştir. Tesbih yapımında çeşitli maddelerden faydalanılmıştır. Bunlar ana hatlarıyla iki gruba ayrılır: Birincisi, hammaddesi taş olanlar; ikincisi de ağaç olanlardır.

Tesbihin bir sanat eseri olarak ilk defa Türkler tarafından kullanıldığı görülmektedir. İstanbul’un tesbihce en zengin zamanı 16. asrın sonlarına isa­bet ettiği anlaşılıyor. Bu. devrede, İran’a Turan’a, Şark’a, Garb’a tesbih ve­titirmiş, Türkiye’de herkesin elinle değilse bile cebinde bulunmuştur.

Tesbihlerin en güzelleri. Türkler tarafından bilhassa İstanbul’da yapılmıştır. Araplar ve İranlılar bununla pek meşgul olmamışlardır. Arabistan’da yapılan tesbihler ise estetikten uzak ve sadedirler.

Türk - İslâm geleneğinde, tesbihlerin ku1lanıınlarına göre değişik adlarla anıldığı gözlenmektedir. Bunlar:

l. Padişah tesbihleri.

2. Vüzera tesbihleri.

3. Vükelâ tesbihleri,

4. Zengin tesbilhleri,

5. Fukara tesbihleri.

Bu arada tekkelerde bulunan 1000′lik ve 500′lük tesbihlerin içinden has­talar geçirilmek suretiyle tedavi edildiği bu tip tesbihlerin, fındık büyüklüğün­den, ceviz büyüklüğüne kadar alanları da mevcuttur. Bazı takkelerde bu 500′lik ve 1000′lik tesbihlerin içerisinde çok kıymetli olanları da bulunmak­tadır. Bunların imameleri, Mevlevî Sikkesi veya Bektaşî Tacı şeklinde ve ek­seriya öd ağacından yapılmış olurdu.

Tesbihin yapılması, büyük bir dikkat istemektedir. Çünkü tesbih yapı­mında tanelerin hepsinin aynı boyda olması ve delinmesi gibi özellikler aran­maktadır. Değişik şekillerde yapılan tesbihler, başlıca şu adları almaktadır:

l. Yuvarlak.

2. Beyzî ,

3. Şalgâmî,

4. Armudî,

5. Yarım Beyzî,

6. Yassıca yuvarlak…

Taneleri çok küçük olanlarına da kadın tesbihi denmektedir.

Hammaddesi taş olan (Madeni ve hayvani olanlar dahil) şöyle sıralanmaktadır

Akik, Amber, Bağa (Kaplumbağa kabuğu), Cam, Lüle Taşı, Fil Dişi, İnci, Kan Taşı. Kehribar. Mercan, Narçin, (Hindistan Cevizi’nden yapılır.) Necef, Firuze,Sedef, ŞAH MAKSUT(tesbihin şahı),Sedef, Yeşim, Yıldız,Oltu(vücudun bütün elektriğini alır) , Yüzsürü (Siyah Erzurum Taşı’na Gümüş kakma), Zergerdan (Gergedan boynuzundan)… gibi.

Ağaç tesbihler de şu cins ağaçlardan yapılmaktadır :

Abanuz, Demir Hindi, Düveydari, Fethipaşa, Gül Ağacı, Kelenbek, Ku­ka(en kıymetlisi Türk kukası,sütlü kahve rengi olur), Maverd, Nebik, Odağacı, Pelesenk, Sandal, Sırçalı Kuka, Yılan Ağacı ve Zeytin Ağacı. Son zamanlarda çeşitli yiyeceklerin çekirdeklerinden de tespih yapıldığı gözlenmektedir. Aynı zamanda fabrikasyon usulü, boncuk ve plastik maddelerden yapılmış tesbihlere de rastlamak mümkündür. Mümkünse fabrikasyon ve plastik tesbih kullanmayınız.Türkün Şanına yakışmaz çok ayıplanır.Bir tane olsun gerçeği olsun asla sahte plastik tesbih kullanmayın.

Tesbih yapımı ve teşbihçilik bahsini ayrı bir yazı ve incelemeye bıraka­rak, bu yazımızda bir nebze de olsa, tesbihin dünü ve bugünü. hakkında ay­rıntıya kaçmadan bilgi vermeye çatıştık.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, menşei ne olursa olsun, tesbih İslâm ­âlemine mal olmuş ve Türkler tarafından bir sanat eseri olarak işlenmiş ve gelişti­rilmiştir. Günümüzde ise, eskiden kullanımından farklı olarak; bir, zevk ve eğlence aracı olarak kullanılmaktadır,yine de Allah’ın Öz  Kulları eksik olmayaçağı gibi Tesbih ile virdini yapanlar mukakkak olacaktır ve onlar oldukçada tesbih sufilerin elinden düşmeyecektir.Hatta zamanımızda bilge hanımlarında artık ellerinde ve çantalarında tesbih eksik olmuyor, ve bu onlara ayrı bir asalet veriyor tabi ki Has ve kıymetlisi olan tesbih kullanınça.Tâneleri kü-çük olan tesbihlere, halk arasında, “Zenne (ya da Kadın) Tesbihi” denir. 
 Her şeyin tekniği geliştiği gibi, tesbih­ciliğin de tekniği geliştiği için, bu işin yapımına kendisini adamış olanlar ya­vaş yavaş ortadan kalkmaya başlamışlardır. Şimdi Eskişehir, Erzurum ,mardin, İznik,İstanbul ve bilmediğim muhakkak güzel şehirlerin saklı kalmış maharetli tesbih ustaları vardır.­

Eskisi gibi tesbih ustaları kalmıyor hatta el yapımı tesbih yapım aparatlarıda kalmıyor.Bu yüzden, bu sanat eserinin hem millî, hem de dinî değerine sahip çı­kılarak gelecek nesillere müspet miras olarak bırakılmalıdır………       

"



1696454383.8854